13 Mart 2011 Pazar
Ortadoğu'da Yeni Dengeler ve Şii Hilali Söylemi
21 Şubat 2011 Pazartesi
Irak’ta Hükümet Oluşum Sürecinde Komşu Ülkelerin Etkisi
Mart ayında gerçekleşen Irak seçimlerinden bu yana 8 Kasım 2010’da Irak’ın önde gelen siyasi partileri ilk kez Erbil’de bir araya geldi. Bu gelişmeden sonra hükümetin yakın bir zamanda kurulması beklenmektedir. Bu uzun süre hem Irak’ın iç siyasetindeki sorunların hem de bölge ülkelerinin süreçteki etkilerinin görülmesini sağlamıştır.
Sekiz ay geçmesine rağmen Irak’ta bir hükümet oluşmamasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunlar iç ve dış etkenler olarak ayırabiliriz.
İç Etkenler
Irak’ın siyasi yapısı, seçim sistemi ve liderlik (Başbakanlık) kurumuna verilen önem istikrarlı bir hükümet oluşumunun önündeki engellerdir. Irak’ta son seçimlerde nispi temsil seçim sistemi uygulandı. Bu sistem çerçevesinde bir partinin tek başına mecliste çoğunluğu oluşturması mevcut Irak siyasi yapısında imkânsız görünmektedir. Bir partinin tek başına iktidar olması için 325 sandalyenin en az 163’ünü elde etmelidir. Dolayısıyla hükümet, partilerin bir koalisyonu sonucunda oluşmak zorundadır. Irak’ta etnik ve mezhepsel temelli siyasi partilerin oluşturduğu siyasi sistemde koalisyon oluşamamaktadır. Bu durum parti yapısından kaynaklanmaktadır. Etnik ve mezhepsel partiler ulusal düzeyde politika üretemediklerinden ortak bir zeminde uzlaşabilecekleri başka bir parti bulamamaktadır.
Hükümet oluşturma müzakerelerinde süreci tıkayan diğer bir konu da başbakanın kim olacağı meselesi olmuştur. Özellikle günümüz Irak başbakanı Nuri el-Maliki’nin başbakanlık konusunda diretmesi ikili görüşmeleri çıkmaza sokmuştur. Bu durum geçmişten süregelen Irak siyasi kültürü ile de ilintilidir. Birçok siyasi kültürde liderlik önemli bir kurumdur ancak Irak’ta bu kuruma atfedilen önem diğer ülkelerden biraz daha fazladır. Bu nedenle günümüzde siyasi partiler bu kurumu elde etmek için ihtiraslı davranabilmektedirler.
Şii temelli iki parti olan Hukuk Devleti İttifakı ile Irak Ulusal İttifakı’nın birleşmesiyle başbakanın bu oluşumdan çıkacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Bu iki oluşumun oluşturduğu Irak Ulusal Birlik İttifakı’nın iki başbakan adayı bulunmaktadır. Bunlar mevcut başbakan Nuri el-Maliki ile Hekim grubundan olan Adil Abdulmehdi olmasına rağmen Maliki’nin ismi son dönemde daha çok ön plana çıkmaktadır.
Dış Etkenler
Gerek seçim öncesinde olduğu gibi seçim sonrası da Irak’a komşu ülkeler kendi çıkarlarına paralel bir şekilde Irak’ın iç siyasetine müdahale ettiler. Bu nedenle Irak’ın önde gelen siyasi liderleri defalarca İran, Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye’yi ziyaret etme gereği duydu. Çünkü bu liderler bu ülkelerin herhangi birine rağmen Irak’ta iktidar olamayacaklarının farkındalar. Bu durum uluslararası ilişkilerde sıkça görünen bir durum değildir. Komşu ülkelerden Suudi Arabistan ve Suriye, Nuri el-Maliki’nin başbakanlığına karşı çıkarken, Iyad Allavi de verdiği demeçlerde İran’ın müdahaleleri nedeniyle başbakan olamadığını belirtmiştir. ABD ve İsrail gibi ülkeler de Irak’ta Şii temelli ve İran yanlısı bir hükümetin oluşumunu istememektedir.
Irak’a komşu ülkelerin iç siyasi yapısı dış siyasetine yansımaktadır. Suriye, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkeler daha çok kendi içine kapanık otoriter yönetime sahip ülkelerdir. Bu tip ülkeler tehdit algılamaları çerçevesinde dış politika üretirler. Türkiye dışındaki bölge ülkeleri Irak’a bu açıdan yaklaşmaktadır. Bu ülkeler ne istediklerinden çok ne istemediklerini ön plana koyup Irak’ın iç politikalarına müdahale etmekte ve siyasi süreci çıkmaza sokmaktadırlar.
Türkiye’nin Irak Politikası ve Erbil Toplantısı
Türkiye dış politikada bölgesel siyasi istikrar ve işbirliğine önem vermektedir. Bu nedenle Türkiye ilkesel olarak Ortadoğu genelinde ve Irak özelinde hiçbir grubun siyasi sürecin dışında kalmasını istememektedir. Bu bağlamda ABD’nin işgalinden günümüze kadar yeniden şekillenen Irak siyasetine Türkiye bu yönde destek vermeye çalışmıştır. Başta Sünni gruplar olmak üzere her grubun siyasi sürece dâhil olması için ciddi siyasi girişimlerde bulunmuştur.
Türkiye genel Irak politikasıyla tutarlı bir şekle seçim sonrası süreçte de tüm siyasi grupların dâhil olduğu bir ulusal hükümet oluşumunu desteklemiştir. Özellikle bu geçiş döneminde, Irak’ın devletleşme ve milletleşme sürecinde hiçbir siyasi grubun bu sürecin dışında kalmasını istememektedir. Çünkü Türkiye bölgesel siyasi istikrarın ancak bu yöntemle sağlanabilineceğini düşünmektedir. Türkiye diğer komşu ülkeler gibi Irak içinde belli bir siyasi gruba karşı tavır almamıştır. Bütün siyasi gruplarla diplomatik ilişkilerini sürdürmüştür.
Tüm bu iç ve dış etkiler çerçevesinde Irak’ın önde gelen siyasi liderleri 8 Kasım 2010 tarihinde Erbil’de bir araya gelerek bir hükümet oluşturmak için müzakerelerde bulundular. Bu toplantının sonunda 11 maddelik bir uzlaşma protokolü yayımlandı. Bunlar;
1- Iraklı tüm siyasi grupların, Irak anayasasına bağlılığı,
2- Uzlaşılan maddelerin uygulanması,
3- Irak’taki etnik kesimler arasındaki dengeye riayet edilesi,
4- Stratejik Politikalar Kurulu’nun kurulması,
5- Ulusal uzlaşma ve toplumsal adalet,
6- Erbil ve Bağdat arasındaki ihtilafların çözümü,
7- Uzlaşma maddelerinin uygulanacağının garanti edilmesi,
8- Irak’ın idari sisteminde ıslahat yapılması,
9- Yolsuzlukla mücadele ve yolsuzluk yapanların yargılanması,
10- İç sorunların çözümü,
11- Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı adaylarının belirlenmesi
Bu maddelerden 3. ve 5. maddeler Türkiye’nin bölgesel politikalarının sürdürebilirliği açısından oldukça önemlidir. Tüm etnik ve mezhepsel grupların siyasi sürece dâhil edilmeleri ve ülkede ulusal bir uzlaşmanın oluşması Türkiye’nin Irak politikasında öncelikli bir yere sahiptir. Diğer bir ifade ile Türkiye Irak’ta özgül olarak belli şahıslar ve grupları desteklemekten çok uzlaşmanın ve istikrarın ön planda olduğu bir siyasi aklı desteklemektedir. Bu bağlamda Ortadoğu’da işbirliği ve istikrarı isteyen Türkiye’nin, Irak’taki son siyasi gelişmelerden en çok memnun olan ülkelerden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Irak’ta Seçim Süreci, Yeni Hükümet ve İstikrar (!)
21 Aralık 2010 tarihinde Irak’ta Nuri el-Maliki Başbakanlığında yeni hükümet kuruldu. Yeni hükümetin 7 Mart 2010 tarihinde yapılan seçimlerden bu kadar uzun bir süre sonra kurulmuş olması, Irak’ın bu alanda yeni bir rekor elde etmesini sağladı. Bu ilgi çekici istatistiksel bilgi dışında Irak’ta seçim öncesi, seçim süreci ve kurulan yeni hükümet tam anlamıyla bir devamlılık göstermektedir.
Diğer bir ifade ile olumlu ve olumsuz yanlarıyla Irak siyaseti, iç siyasi dengeler ve bölgesel yansımalarıyla bir istikrar göstermiştir.
ABD’nin 2003 Irak işgalinden sonra Irak siyaseti etnik ve mezhepsel kimlikleri ön planda tutan partiler tarafından yönlendirilmiştir. Özellikle 2005 yılında gerçekleşen her iki seçimde bu siyasi yapı Irak’ta kurumsallaşmıştır. Ocak 2009’da Irak’ta yapılan Vilayet Konseyi seçimlerinde o dönem ulusalcı söylemlerle siyaset yapan Başbakan Nuri el-Maliki’nin zafer kazanması, Irak siyaseti için yeni beklentiler getirse de son seçimler öncesi oluşan siyasi koalisyonlar ve söylemlerle eskiye dönüş yaşanmıştır.
7 Mart seçimlerinden sonra dört koalisyon aldıkları oylarla Irak siyasetinde belirleyici konuma geldi. Bunlardan birincisi Allavi önderliğindeki el-Irakiyye Koalisyonu’dur. Bu koalisyon 91 sandalye kazanma başarısını gösterdi. Allavi’nin ardından Şii temelli iki parti, Maliki’nin Kanun Devleti Koalisyonu 89 ve Sadr ile Hekim gruplarının önderliğinde Irak Ulusal İttifakı 70 sandalye kazandı. Bu iki koalisyon daha sonra birleşerek Irak Ulusal Birlik İttifakını oluşturdu. Dördüncü grup ise 43 sandalye ile Kürdistan Koalisyonu olmuştur.
Bu sonuçları ardından hükümet kurmak için 325 sandalyeli Irak parlamentosun 163’ünü elde eden bir ittifak oluşturmak gerekiyordu. Ancak seçim sonrası partiler arasında hükümet kurmak için yapılan müzakerelerde ulusal program üzerine uzlaşmaya çalışmaktan çok kimin hangi makamı elde edeceği üzerine müzakere edildi. Bu siyasi zihniyet, 2003 işgali sonrası oluştu ve istikrarlı bir şekilde Irak siyasetinde hüküm sürmeye devam etmektedir. Bu nedenle işgalden günümüze yedi yıl geçmesine rağmen Irak halkının temel ihtiyaçları hala karşılanmamaktadır.
Irak’ta hükümet oluşumu için en somut adım 8 Kasım 2010 tarihinde atıldı. Barzani’nin çağrısı ile Erbil’de tüm grupların katılımıyla gerçekleşen toplantının sonucunda bütün grupların dâhil edildiği bir ulusal birlik hükümetinin kurulması konusunda mutabakat sağlandı. Bu tarihten itibaren Irakiyye listesinden meclise giren Usame Nuceyfi Meclis Başkanlığına, ardından Celal Talabani Cumhurbaşkanlığı makamına meclis tarafından seçildi. Erbil toplantısıyla hızlanan sürecin sonunda ise 21 Aralık 2010 tarihinde Nuri el-Maliki Başbakanlığında Irak’ın yeni hükümeti belirlendi.
Irak hükümeti 42 bakanlıktan oluşuyor. Bakanlıkların dağılımı tam olarak tamamlanmadı. Bazı bakanlıklar hala vekâleten çeşitli grupların elinde bulunmaktadır. Ancak bakanlık dağılımının genel bir değerlendirmesini yapacak olursak, Şii ve Kürt grupların kazançlı olduğu bir sürecin tamamlandığını söyleyebiliriz. Şiiler, en çok bakanlık edinen grup olmakla birlikte Başbakanlık ve Petrol Bakanlığı gibi önemli bakanlıkları elde ettiler. Ayrıca Şii grupların seçimde Irakkiye Listesinin gerisinde kalmalarına rağmen bakanlık dağılımına bunu yansıtmamaları da bir başarıdır. Kürt Koalisyonu’nun da seçimde dördüncü grup olmasına rağmen Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi değerli makamları diğer gruplara kaptırmamaları önemli bir sonuçtur. Iyad Allavi önderliğindeki Irakkiye Listesi ise seçimlerde elde ettiği başarıyı sonuca yansıtamamıştır. Allavi “Stratejik Politika Konseyi”nin başına getirilmiştir ancak bu konseyin hükümete veto yetkisinin olmaması bu makamın değerini düşürmektedir. Irakkiye Listesi’nin başarısızlığına neden olarak bu oluşumun dağılmaya müsait kırılgan bir yapıya sahip olmasına dayandırılmaktadır. Bu durum Allavi’nin hükümetin oluşum sürecinde pazarlık gücünü zayıflatmıştır. Örneğin hükümete katılmama gibi bir seçeneği, grubunun dağılacağı korkusuyla kararlı bir şekilde öne sürememiştir.
Yeni Irak hükümetine yöneltilen en büyük eleştiri, tıpkı geçmiş hükümetler gibi ulusal bir programdan yoksun, birbiriyle uyum içinde çalışamayacak olan bakanlardan oluşan bir hükümet olmasıdır. Örneğin eski Baasçı olması nedeniyle Maliki tarafından seçime girmesi engellenen Salih Mutlak günümüzde Irakiyye Listesi kontenjanından Başbakan Yardımcısı olması beklenmektedir. Dolayısıyla hükümet üyelerinin belli bir program çerçevesinde birbiriyle uyumlu çalışma önceliğine pek dikkat edilmediği görülebilmektedir. Bu anlamda yeni bir hükümet kurulmasına rağmen Irak siyasetinde yapısal olarak çok fazla değişim beklememek gerekir.
Yeni Hükümet ve Bölgesel Sonuçlar
Irak’ta hükümet oluşum sürecinde Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve Suriye gibi Irak’a komşu ülkeler kendi çıkarlarını korumak için süreci dikkatli bir şekilde takip etmişlerdir. Suriye ve Suudi Arabistan için Maliki’nin yeniden başbakan olması olumsuz bir gelişmedir. Çünkü her iki ülke Maliki’nin başbakanlığı döneminde Irak ile sorunlu bir dönem yaşamışlardır. İran’ın ise bu süreçte istediğini en çok elde eden ülke olduğunu söyleyebiliriz. Hem Şiilerin ülkedeki gücünü koruması hem de kendilerine bir tehdit olarak gördükleri eski Baas mensuplarının çok güçlenmeden bu süreci tamamlamaları İran’ı memnun etmiştir.
Türkiye için durum diğer ülkelerden biraz daha farklı değerlendirilmelidir. Çünkü Türkiye bölgedeki diğer ülkelerden farklı olarak çok boyutlu Irak diplomasisini uygulamaktadır. Yapılan bazı analizlerde Allavi’nin yerine Maliki’nin başbakan olması İran’ın Türkiye karşısında elde ettiği bir zafer olarak yansıtılmıştır. Ancak Türkiye’nin son dönem Irak siyaseti doğru bir şekilde okunduğu takdirde, Türkiye’nin Irak’ta bir grup ile patronaj bir ilişki kurup İran ile yarıştığı söylenemez. Türkiye’nin Ortadoğu politikası değerlendirilirken, bölgenin istikrarına katkısı ve bölge ülkeleri ile ticari ilişkileri daha çok dikkate alınmalıdır.
Özellikle 2006 yılının sonunda yayınlanan Baker–Hamilton Raporu’ndan sonra ABD, hatadan dönüp Irak’taki tüm siyasi gurupları sürece dâhil etmeyi amaçlamış, bu süreçte komşu ülkelerden yardım almayı da öngörmüştür. Türkiye de aynı sürece paralel olarak Irak’ta Sünni grupları tekrar siyasi sürece dâhil etmeye çalışmıştır. Allavi önderliğindeki Irakiyye Listesi’ne olan yakınlığı da buradan kaynaklanmaktadır. Bunun aksini iddia etmek Türkiye’nin çok boyutlu Irak diplomasisi çalışmalarına haksızlık olur. Nitekim 2009 yılında Irak ile yapılan “Bakanlar Düzeyinde Stratejik İşbirliği Anlaşması” Maliki hükümeti döneminde yapılmıştır. Dolayısıyla Maliki’nin başbakanlığa devam etmesi sanılanın aksine, Türkiye için Irak ile bazı konularda işbirliğini sürdürmesi açısından önemlidir.
Irak’ın Geleceği ve Türkiye’nin Jeopolitik Önemi
Irak’ta Mart 2010 seçimlerinden sonra günümüze dek hükümet kurulamadı. Hükümet kurma müzakereleri devam ederken, Temmuz ayında Irak’ta yapılan saldırılar sonucunda son iki yılın en yüksek ölü sayısı ortaya çıktı. Irak’taki istikrarsız devlet yapılanması ortadayken ABD’nin Ağustos ayının başında şehirlerde bulunan son muharip güçlerini de bu ülkeden çekmesiyle birlikte, Irak’ın geleceği tekrar tartışılmaya başlandı.
Çünkü Irak’ta hala güçsüz bir devlet yapılanması var ve bu durum ABD’siz bir Irak’ı komşu ülkelerin müdahalesine açık bir hale getirmektedir. Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin bölgedeki konumu ve politikaları üzerine düşünmemizi gerektirmektedir. Çünkü Türkiye, sorunlu bir ülke olan Irak’a komşu olma durumunu ve coğrafi konumunu kendisi için avantajlı bir hale getirebilir veya gerekli politikaları üretemeyerek bu konumundan olumsuz yönde etkilenebilir.
Türkiye’nin Jeopolitik Yaklaşımı
Türkiye’nin son dönem dış politikası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından şekillendirilmektedir. Davutoğlu “Stratejik Derinlik” isimli çalışmasında Türkiye’nin jeopolitik yaklaşımının nasıl olması gerektiği üzerine düşüncelerini belirtmiştir. Dışişleri Bakanı öncelikle Türkiye’nin kendi kara havzasında gelişen olaylara yabancı kalmaması ve aktif bir politika izlemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu yaklaşıma göre; Türkiye kendi bölgesine yabancılaşamaz, kendisi için tehlike oluşturabilecek durumları engellemek adına tedbirlerini önceden alabilir ve bölgede aktif bir ülke olarak uluslararası konumunu güçlendirebilir.(1) Türk Dışişleri Bakanı’na göre kendi bölgesinde etkili olmayan bir Türkiye’nin dünyaya açılması kolay olmayacaktır.
Davutoğlu Türkiye’nin jeopolitik konumunun önemini koruması için bölge diplomasisini dinamik bir şekilde, gelişmelere göre yeniden yorumlaması gerekliliğini belirtiyor. Ayrıca Ahmet Davutoğlu coğrafi konumun sabit bir faktör olduğunu ve gelişmelere göre bölgedeki siyasetimizi değiştirip bu coğrafyanın avantajlarını kullanmamız gerektiğini savunuyor.(2) Bilindiği gibi ABD’nin 2003’teki işgalinden günümüze dek Türkiye’nin başta Kuzey Irak konusunda olmak üzere Irak politikasında bazı değişimler yaşanmıştır. Bu değişimleri belki de Davutoğlu’nun bu analizi çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Türkiye’nin Çok Boyutlu Irak Diplomasisi
Türkiye Irak’a komşu olan diğer ülkelerden farklı olarak Irak’taki tüm gruplarla diplomatik ilişki kurabilen tek ülkedir. Örneğin İran, Suriye, Arabistan ve Ürdün’ün gelecekte Irak’ta yaşanacak bir çatışmada tarafsız kalacaklarını veya iç siyaseti olumsuz yönde etkileyecek faaliyetleri desteklemeyeceklerini söyleyemeyiz. Dolaysıyla Türkiye bölgede Irak için gizli dosyası bulunmayan güvenilir bir ülke imajını vermektedir. Türkiye’nin Irak’taki tüm gruplara eşit mesafede olduğunu net bir biçimde belirtemeyiz. Ancak Türkiye tüm gruplarla görüşebilmekte ve fikir alışverişinde bulunabilmektedir. Sadece hükümetlerarası bir ilişkiyi tercih etmeyen Türkiye, özellikle 2008’den sonra Kuzey Irak’ta oluşan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile de ilişkilerini geliştirerek, Irak’ta çok boyutlu diplomasi uygulamaya devam etmektedir.
Irak siyasetinde etkin olan Şii, Kürt ve ulusalcı Sünni gruplar bulunmaktadır. Bu gruplar da kendi içinde bölünmüş durumdadır. Örneğin ABD işgalinden sonra bir arada hareket eden Şiiler günümüzde Maliki grubu, Sadr grubu ve Hekim grubu olmak üzere birkaç farklı grup tarafından temsil edilmektedir. Bu durum Kürtler ve ulusalcı Sünniler için de geçerlidir. Türkiye bu gruplarla tek tek görüşmekte ve çıkar birliği bulduğu gruplarla daha yakın ilişkiler kurmaya çalışmaktadır.
Günümüzde Şii gruplar arasında öne çıkan grup Irak Başbakanı Nuri al-Maliki’nin grubudur. Hükümetlerarası ilişkiler çerçevesinde Türkiye ve Maliki arasında görüşmeler yapılmaktadır. Maliki döneminde Türkiye ve Irak arasında stratejik işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Şii gruplardan bir diğeri Mukteda al-Sadr başkanlığında Sadr grubudur. ABD işgalinin ilk günlerinden beri Irak’ın bölünmezliği ve Kerkük’ün statüsü gibi konularda Türkiye ile ortak bir düşünceye sahip olan Sadr’ın, Türkiye ile iyi ilişkileri bulunmaktadır.(3) Son olarak, bu yılın başında İran’a yakınlığı ile bilinen Ammar al-Hekim Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Hekim Türkiye’de yaptığı konuşmasında Türkiye’nin bölgedeki tarihi rolüne değinmiş ve Türkiye – Irak ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini savunmuştur.(4)
Türkiye’nin, Irak’ta ABD’nin işgalinden sonra siyasetten çekilen Sünni grupların yeniden Irak siyasetinde rol almalarında önemli bir katkısı olmuştur. Türkiye özellikle 2005 yılında Irak’ta yapılan seçimlere Sünni grupların seçimlere katılmalarını sağlayarak ABD’nin takdirini toplamıştı.(5) Yine geçtiğimiz yıl (2009) Mayıs ayında Türkiye, Sünni direnişçilerin yasamaya dâhil olmaları amacıyla ABD ile yapılan müzakerelere arabulucu oldu. Tüm bu çabalar sonucunda Sünni gruplar meşru siyasi yapılara kanalize olmuş ve son parlamento seçimlerinde başarılı sonuçlar elde etmişlerdir.
Sünni ve Şii gruplardan sonra 2008 yılında Türkiye, Kuzey Irak’ta bulunan Bölgesel Kürdistan Yönetimi ile de ilişkilerini geliştirmiştir. Türkiye 2008 yılına kadar KBY ile ilişkilerini güvenlik eksenli geliştirmiş ama bu dönemden sonra ilişkilerini yeniden formüle etmiştir. Çünkü Türkiye’nin, KBY ile terör konusunda işbirliği yapabileceği inancı artmıştır. KYB’nin de bu yakınlaşmaya sıcak bakmasının en önemli nedeni Türkiye ile kurulan ticari ilişkiler ve ABD’nin artık kendilerini Irak’ta Sünni ve Şii gruplara karşı korumacı bir tavrının olmaması veya Bağdat’a daha çok önem vermesidir. KYB’nin işbirliği yapabileceği alternatiflere bakıldığında da Suriye ve İran’a göre Türkiye’nin işbirliği için daha uygun bir ülke olduğu söylenebilir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bakanı Zafer Çağlayan 2009 yılında bölgeye resmi ziyaret yaparak yakınlaşmayı açık bir dille ifade etmişlerdir.(6) Bu ziyaret ve bölgeye yönelik politika değişimi ile Türkiye, Irak’ta bütün gruplar ile siyasi ilişki kurabilen tek ülke konumuna gelmiştir.
Irak’ta İç Çatışma Olasılıkları ve Irak’ın Komşu Ülkeleri
SOFA anlaşmasına göre ABD 2011 yılının sonunda Irak’tan çekilecek. Ancak günümüzde soruna neden olmayan veya üstü örtülen bazı konuların ABD’nin çekilmesinden sonra ortaya çıkması bekleniyor. Örneğin Araplar ve Kürtler arasında hala çözümlenmemiş konular var. Bunlardan biri KBY’nin sınırlarının hala belli olmaması. KBY’nin oluşturduğu anayasaya göre Musul, Kerkük ve Diyale illeri Kürt bölgesi olarak kabul ediliyor. Ancak bu durum başta Musul’daki Araplar olmak üzere Iraklılar tarafından kabul görmeyecektir. Yine Kürtler ile Araplar arasında yaşanacak diğer bir çatışma alanı ülkede hala belirlenemeyen federal yönetim ile merkezi yönetim arasındaki yetki sorunudur. Diğer bir ifade ile Bağdat ve Erbil arasındaki yetki sorunu. Başta petrol gelirlerinin paylaşımı olmak üzere yerel ve merkezi yönetimlerin yetki sınırlarında belirsizlikler bulunmaktadır. Günümüzde ABD’nin varlığında daha kontrollü hareket eden bu gruplar, ABD’den sonra agresif politikalar izlediklerinde çatışma olasılığını arttırmaktadırlar.
Diğer bir çatışma alanı mezhepsel nedenlerden olabilir. Bu mezhepsel çatışma nedeni sadece iç dinamiklerden kaynaklanmayabilir. Irak’taki yönetimden memnun olmayan Irak’a komşu ülkeler de bu çatışmada yönlendirici bir role soyunabilir. Unutulmamalı ki Irak’ta güçlü bir merkezi yapı olmadığı için Irak, komşuların müdahalesine açık bir ülke konumundadır. Bu tezi Irakiyye Partisi’nin başkanı ve başbakan adayı olan Allavi son dönemde verdiği demeçlerle doğrulamaktadır. Allavi’ye göre Irak’ta seçimlerden sonra hükümet kurulamamasının nedenlerinden biri, ABD’nin İran’ın da rıza göstereceği bir Irak hükümeti oluşturma isteğidir.(7) Çünkü ABD sonrası istikrarlı bir Irak için İran’ın iyi ilişkiler kurabileceği bir hükümet gerekmektedir. İran’dan yola çıkarak, Irak’a komşu ülkeler bağlamında, gelecekte Irak’ta yaşanabilecek bir çatışmada hangi ülke veya ülkeler bu çatışmayı önceden önleyebilir veya çatışmaya müdahale edebilir sorusu akla gelmektedir.
İlk olarak İran’dan söz edecek olursak, İran açık bir şekilde Irak’taki gruplar arasında Şii yanlısı bir politika izlemektedir. Özellikle Bedr Tugayları gibi Şii milis güçlerin İran tarafından eğitildiğini düşünürsek, İran’ın gelecekte Irak’ta yaşanabilecek bir iç çatışmada tarafsız kalacağını söyleyemeyiz.(8) Irak’a komşu diğer ülkelerden Arabistan ve Ürdün, Irak’ta yaşanabilecek bir iç çatışmayı istememektedirler. Arabistan bu çatışmanın gelecekte kendi toplumunda bir yansıması olmasından kaygılanmaktadır. Ürdün ise bu çatışmaların sonucunda ortaya çıkacak göçmen sorunundan çekinmektedir.(9) Ancak bu iki ülkede, Irak’taki aşiretler ile akraba Sünni aşiretler bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ülkeler Irak’taki gruplar arasında tarafsız kalamamaktadır. Irak’ın geleceğinde söz sahibi olabilecek bir diğer ülke olan Suriye, Irak’taki tüm gruplarla iyi ilişkiler kurmayı amaçlamakta ancak başta Başbakan Maliki tarafından olmak üzere çeşitli gruplarca teröre verdiği destek nedeniyle eleştirilmektedir. Görüldüğü gibi bölgede Türkiye dışındaki ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda Irak’ı kaynar kazana atma ihtimali bulunmaktadır. Bu durum Irak’ın istikrarı ve bölgedeki dengeler açısından Türkiye’nin önemini artırmaktadır.
Sonuç Yerine: Türkiye’nin Artan Jeopolitik Önemi
Irak’ın geleceği ve Türkiye’nin buradaki rolünü daha iyi anlamamız için Irak’ın yakın geçmişini ve özellikle ABD işgalinden sonraki siyasi süreci iyi analiz etmemiz gerekiyor. Irak’ta istikrarsız siyasi yapının nedeni ABD’nin uyguladığı “Baasızlaştırma” politikasına dayanmaktadır. Irak’ta Baas döneminde parti-devlet yapısı bulunmasından dolayı Baas Partisi mensubu insanların tasfiye edilmesi aslında Irak’ta devlet kurumunun yok edilmesine yol açmıştır. O günden bugüne dek Irak’ta geçen yedi yılda devletleşme evrimi tamamlanamadı. Bu nedenle Irak, özellikle ABD’nin ayrılmasından sonra bir otorite boşluğu ve bölge devletlerinin etkisi altında kalma tehlikesini yaşıyor.
Türkiye bölgede Irak’ta oluşacak otorite boşluğunu diplomatik ve barışçıl yöntemlerle doldurabilecek; Irak’taki Şii, Sünni ve Kürt gruplarıyla diplomatik ilişkiler kuran ve iyi ilişkileri olan tek ülkedir. Ayrıca Türkiye’nin Irak politikası diğer ülkeler açısından tehdit oluşturmadığından bölge ülkeleri Türkiye’nin öncülüğünden rahatsız olmayacak ve Türkiye’den bu konuda aktif bir politika beklentisinde olacaklardır. Çünkü Irak’ta yaşanabilecek bir çatışmanın bölgedeki diğer ülkelere sıçrama tehlikesi bulunmaktadır. Batı ülkeleri de aynı şekilde demokratik ve serbest piyasa ekonomisini uygulayan bir Türkiye’nin ABD’den sonra Irak’ta daha çok etkin olmasını bekleyecektir. Çünkü Irak’ta yaşanabilecek bir çatışma başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin de bölgedeki çıkarlarını zedeleyecektir. Tüm bu koşulları düşündüğümüzde, Türkiye’nin Irak’ta uyguladığı çok boyutlu diplomasi nedeniyle gelecekte jeopolitik öneminin artacağını söyleyebiliriz.
Dipnotlar:
1. Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 2001, s.119
2. Davutoğlu, A.g.e, s. 115 – 117.
3. http://www.orsam.org.tr/tr/orsamkonukgoster.aspx?ID=187, 17.08.2010.
4. http://www.orsam.org.tr/tr/etkinlikgoster.aspx?ID=84, 09.12.2009.
5. http://www.taraf.com.tr/amberin-zaman/makale-ahmet-davutoglu.htm, 24.07.2009.
6. Özden Zeynep Oktav, Çok Boyutlu Türk Dış Politikasına Bir Örnek: Türkiye-Irak-Bölgesel Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri, Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010, Cilt 1, Sayı 2, s.58 – 64.
7. http://www.aljazeera.net/NR/exeres/F2F4720C-30B8-4C23-A566-E55F283232C6.htm?GoogleStatID=1, 23.08.2010.
8. Kenneth Katzman, Iran’s Influence in Iraq, CRS Report for Congress, 30.11.2005.
9. Congressional Research Service, Iraq: Regional Perspectives and U.S. Policy, October 6, 2009, s.27-28
Türk Dış Politikasının Eksen Genişlemesinde Körfez Sermayesinin Etkisi
Son dönemde Türk dış politikasında yaşanan gelişmeler sonucunda Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşıp Doğu’ya mı kaydığı soruları yoğun bir şekilde sorulmaktadır. Türkiye’nin Batı veya Doğu’dan birini seçmek zorundaymış gibi düşünüp, Doğu’ya kaydığını düşünenler; Türkiye’nin, AB ile müzakeresindeki yavaşlamayı, İran konusunda Batı ile oluşan anlaşmazlıklarını ve Ortadoğu’da İsrail ile yaşadığı sorunları gerekçe olarak göstermektedir.
Türkiye’nin dış politikada ekseninin değiştiğini belirtenler, düşüncelerini desteklemek için, Türkiye hükümetinin İslami bir ideolojiden geldiğini ve son dönemde Arap ülkeleri ile ilişkilerini bu nedenle geliştirdiğini vurgulamaktadırlar.
Ancak bir ülkenin dış politikasını analiz etmek için, o ülkedeki karar alıcıları değerlendirmekten daha fazlası gerektiğini düşünüyorum. Dünya’da hüküm süren siyasi durum (konjonktür) veya gelişmeler, buna paralel olarak bölgede gelişen siyasi dinamikler ve bunların doğurduğu ekonomik sonuçlar ülkelerin dış politika planlarını şekillendiren önemli yan etkenlerdir. Bu nedenle Türkiye’nin son dönem dış politikasına biraz da bu pencereden bakılmalı ve tekrar değerlendirilmelidir.
Bu dönemde ekonomiyi etkileyen diğer bir faktör petrol fiyatları olmuştur. ABD’nin Irak müdahalesi, İran ile yaşanan sorunlar ve benzer nedenlerden dolayı süreç içerisinde petrolün varil fiyatı 30 Dolardan 80 Dolara yükselmiştir. Petrol fiyatlarındaki artış, Körfez sermayesinin ciddi bir şekilde artmasına neden olmuştur.(4) ABD’den çekilen paralar ve petrolün getirdiği sermaye artışı nedeniyle Körfez ülkeleri, yatırım yapabilecekleri yeni gelişmekte olan ülkeler arayışına girmiştir.
Aynı şekilde, Türkiye’de 2002 yılından sonra yaşanan bazı yeni siyasi gelişmeler, Körfez ülkeleri ile olan ilişkileri olumlu yönde etkilemiştir. Türkiye’de 2002 genel seçimler sonrası iktidar değişimi yaşanmıştır. Yeni dönemde Ak Parti tek başına iktidar olma başarısı göstermiştir. Ak Parti’nin eylem planında yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek, Türkiye ekonomisi için önemli bir yer tutmaktaydı ve bu nedenle Türkiye Körfez sermayesine önem vermekteydi. Yine bu dönemde Türkiye–AB müzakereleri hız kazanmıştı ve bu durum yatırım için Türkiye’ye olan güveni artırmıştı. Son olarak, Türkiye’nin, Irak müdahalesi sürecinde ABD’ye karşı olan toplumsal tavrı, bölge ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı olan sempati ve ilgiyi artırmıştı. Konjonktürün getirdiği tüm bu yeni gelişmeler, Türkiye–Körfez Arap ülkeleri arsındaki ilişkinin artmasını sağladı.
Körfez Sermayesi
Körfez Arap ülkeleri; Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan, Umman Sultanlığı, Kuveyt, Yemen ve Katar devletlerinden oluşmaktadır. Yemen dışındaki ülkeler kendi aralarında “Arap Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi” oluşturmuşlardır. Konseyin merkezi Riyad’ta bulunmakta ve başlıca amacı körfez ülkeleri arasında ekonomik alanda işbirliği sağlamaktır.(5) Körfez ülkelerinin ana gelir kaynağı doğal kaynaklardan oluşan gelirleridir çünkü bu ülkelerde dünya petrol rezervlerinin %40’ı ve doğalgaz rezervlerinin %22’si bulunmaktadır.(6) Ancak körfez ülkeleri yatırımcıları, petrol dışında diğer sektörlerde bulunmakta ve sermayelerini değerlendirmektedir. Diğer yatırım alanları ise bankacılık, gayrimenkul, telekomünikasyon, hava taşımacılığı, enerji ve konaklama (inşaat) sektörleridir.(7) Buralardan elde edilen sermaye gelirleri sonucu oluşan toplam sermayenin büyüklüğü ile ilgili değişik bilgiler bulunmaktadır. Bu sayılar genellikle 800 Milyar ve 1,5 Trilyon Dolar arasındadır.
Körfez Ülkelerinin Türkiye’deki Yatırımları
Körfez Arap sermayesi 11 Eylül olayından sonra Türkiye’deki yatırımlarını artırmıştır. Hazine verilerine göre yatırımlar 2001 yılından itibaren 30 Milyar Doları bulmuş durumdadır.(8) Finans sektörü, körfez sermayedarlarının yatırım yaptığı en dikkat çekici alan olmuştur. Körfez ülkelerinin Türkiye’deki sermaye yatırımlarına örnek olarak şunları sayabiliriz;
Körfez Arap ülkelerinin yatırım için Türkiye’de ilgilerini çeken diğer bir alan gayrimenkul sektörüdür. Körfez sermayesinin gayrimenkul alanında en çarpıcı alımı Cevahir Alışveriş Merkezi ile oldu. Kuveyt sermayeli St. Martins Property, Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezini 750 Milyon Dolara satın aldı.(11) Körfez işadamlarının bu sektördeki yatırımlarının artacağı beklenmektedir. Çünkü son dönemde Türkiye’de gayrimenkul yatırım yapabilecek körfez işadamlarıyla toplantılar yapılmakta ve onlara fırsatlar sunulmaktadır. Bu toplantılar sonucunda yapılan iş anlaşmalarıyla birlikte, önümüzdeki üç yılda Körfez işadamlarının gayrimenkul alanında Türkiye’de 10 Milyar Dolarlık yatırım yapacağı öngörülmektedir.(12)
Körfez sermayesi finans, gayrimenkul ve telekomünikasyon sektöründe yapmak istedikleri yatırımlar ile gündeme geldiler. Ancak önümüzdeki dönemde başta enerji sektörü olmak üzere Körfez işadamlarının birçok alanda yatırım yapması bekleniyor. Şimdiye dek 30 Milyar Doların üstünde yapılan yatırımlar, ekonomik krizin var olduğu bu dönmede, Türkiye için önem taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye, bu yatırımların artarak devam etmesi için özen göstermekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadır.
Türkiye’nin Körfez Ülkeleri ile İlişkilerini Geliştirme Politikaları
Körfez yatırımcıları, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi 11 Eylül olayları sonrası yeni pazar arayışlarına girmiştir. Türkiye de bu arayışlara cevap vermek ve dış sermayeyi Türkiye’ye çekmek için bazı çalışmalar yapmıştır. Bu doğrultuda Türkiye, Körfez ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve Türkiye’nin yatırım için önemli bir ülke olduğunu Körfez ülkelerine anlatmaya çalışmıştır. Bu çalışmalardan en önemlilerinden biri, 2003 sonrası yapılmaya başlanan Türk–Arap Ekonomi Forumlarıdır. Forum Başbakan’ın himayesinde, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ve Arap iş dünyasının önde gelen yayın ve organizasyon grubu olan Al-Iktissad wal Aamal tarafından gerçekleştirilmiştir.(13) Ekonomi forumlarının beşincisi geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleşti ve buna benzer bir şekilde bakanlıklar düzeyinde de pek çok forumlar oluşturulmaktadır.
Türkiye’nin çalışmaları sadece hükümet düzeyinde devam etmemektedir. Örneğin bu yılın haziran ayında Cumhurbaşkanı başdanışmanı Erşat Hürmüzlü başkanlığında altı körfez ülkesinin Türkiye Büyükelçileri ile bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda Körfez ülkelerinin Türkiye’de tarım ve turizm sektörlerinde yapabilecekleri yatırımlar hakkında bilgi verilmiştir.(14) Forumlar ve toplantılar dışında de Türkiye Körfez ülkeleri ile ikili ilişkilerini ziyaretler ile geliştirmeye çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Abdullah gül, 13 yıl aradan sonra ilk defa Umman’ı 12 Nisan 2010 tarihinde ziyaret etmiştir. Bu ziyarette iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde müzakereler yapılmıştır.(15)
Sonuç Yerine: Türk Dış Politikasında Eksen Genişlemesi
Soğuk Savaş’ın ardından Türkiye bölgesel bir güç olabilmek için dış politikasında alternatiflerini artırmaya çalışmaktadır. Özellikle 1990’ların son döneminde, sol ve laik bir çizgide siyaset yapan, dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından bu düşünce açık bir şekilde belirtilmektedir. Cem, Türkiye’nin tarihsel olarak bölgesinde merkezi bir ülke olduğunu ve bunun getirdiği avantajlarla çevresindeki ülkelere daha iyi siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi gerektiğini belirtmiştir.(16) Ancak gerek dönemin hükümet istikrarsızlıklarının dış politikaya yansıması, gerekse Türkiye’nin İsrail ile olan iyi ilişkilerinin bölgedeki konjonktüre etkisi, Türkiye’nin komşuları ve bulunduğu bölge ile yakın bir ilişki kurmasını zorlaştırmıştır.
Ancak 2001 sonrası dünyada gelişen siyasi ve ekonomik olaylar Türkiye’nin bölgesi ile daha yakın ilişkiler kurmasını sağlamıştır. Türkiye’nin özellikle Arap ülkeleri ile kurduğu iyi ilişkiler Türk dış politikasında eksen tartışmalarını doğurmuştur. Bazı kesimler tarafından bu yakınlaşma Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmaya başladığı ve Doğu’ya yaklaştığı şeklinde yorumlanmıştır. Bununla birlikte Türkiye’deki hükümete yakın olan sermaye grupları ile Arap sermayesi arasında oluşan ortaklıkların, Türk dış politikasını etkileyeceği kaygısı artmıştır. Ancak uluslararası konjonktüre, Türkiye’nin ekonomi politikasına ve Türkiye’nin Arap ülkelerle ilişkisini geliştirirken ön plana çıkan özelliğine bakacak olursak, bu kaygının yersiz olduğu anlaşılacaktır.
Öncelikle Ortadoğu ülkeleri Türkiye’yi Batı’ya açılan bir pencere olarak görmektedir. Bunu çok iyi farkında olan Türkiye, Batı ile ilişkileri her zaman öncelik verecektir. Çünkü bölgede, Türkiye’yi faklı kılan ve yatırımları Türkiye’ye yönelten etken, Türkiye’nin Batılı bir ülke olmasıdır. Bunun dışında Türkiye’nin politikasını anlamak için Türkiye–Rusya ilişkilerine de bakabiliriz. Rusya 2008 yılının ardından, Almanya’yı geçerek Türkiye’nin en büyük ticari ortağı olmuştur. Aynı şekilde bu döneme kadar Batılı ülkeler, Türkiye’nin dış ticaretinin üçte ikisine hâkimdi. Ancak bu oran günümüzde yüzde 50’ye düşmüştür.(17) Yani ekonomik ilişkiler sadece Körfez ülkeleri ile gelişmemiştir. Son dönemde Batı dünyasında yaşanan ekonomik krizi düşündüğümüzde, Türk dış politikasının olumlu yanlarını daha iyi görebiliriz. Özellikle Rusya örneğinden yola çıkarak, son dönem Türk dış politikasında ideolojilerden dolayı bir eksen kaymasının olmadığını belirtebiliriz. Türkiye bu dönemde bölgesel bir güç olarak alternatiflerini genişletmiş ve dış politikasında bir eksen genişlemesi oluşturmuştur.
Dipnotlar:
(1)http://news.bbc.co.uk/hi/arabic/in_depth/2005/correspondents/newsid_5334000/5334940.stm, 11.09.2006. |