Irak, hem hükümet oluşturma hem de hükümetin faaliyetleri konusunda geçen dönemde başarısızdı. Günümüzde de tıpkı geçen seçim süreci gibi, hükümet kurma çalışmaları sancılı geçmektedir ve Eylül ayına kadar hükümetin oluşmayacağı belirtilmektedir.(1) Peki, Irak’ta hükümet kurmak neden bu kadar zorlaşmaktadır ve hükümet neden ortak, uyumlu bir plan ve program oluşturamamaktadır?
Seçim Sistemleri
Parti Kazanılan Sandalye
Irak Seçim Sisteminin Olumlu ve Olumsuz Yanları
Alternatif Modeller
Sonuç
Başta güvenlik, eğitim ve sağlık olmak üzere kamu hizmetlerinin daha iyi bir şekilde yerine getirilmesi için Irak’ta bir an önce hükümet kurulmalıdır. Ancak bu hükümetin istikrarlı ve programlı bir şekilde ülke sorunlarını çözmesi için hükümeti oluşturacak partiler, ülkenin çıkarları için ortak hareket etmelidir. Bunun için de ulusal kimlik bilinci hem partiler de hem de seçmenler de oluşmalıdır. Seçim sistemi, bu amaçları yerine getirmek için işlevsel bir araç olabilir. Ortadoğu ülkelerine örnek olabilecek, evrensel ideolojiler çerçevesinde siyasetin yapıldığı, çağdaş bir demokrasinin gerekleri de budur. Aksi takdirde Irak'ta demokrasi sadece etnik çatışmayı körükleyen bir siyasi sistem olarak algılanacaktır.
(2) Mete Çubukçu, Taha Özhan, İşgal altında İstikrar arayışları: Irak Seçimleri, s.34,http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=29477, 12.04.2010 (3) Arend Lijphard, Patterns of Democracies, Yale University Press, 1999, s.134 (4) http://www.ihec-iq.com/ar/election2010.html (5) http://www.bbc.co.uk/arabic/middleeast/2010/03/100326_iraq_results_tc2.shtml, 26.04.2010 (6) Sergey Khrychikov, Participation and Inclusion in Diverse Societies: Institutional Approach, 2008, s.214-215 http://www.nbuv.gov.ua/portal/natural/vlnu/Sociology/2008_02/Khrychikov.pdf (7) Benjamin Reilly, Electoral Systems and Conflict management, Natinal Center for Development Studies, s.3-4 (8) Müge Yüce, Seçim Sistemleri, Türkiye’deki Uygulamaları ve Ortaya Çıkan İktidar Yapılar, s.4, http://www.siyasaliletisim.org/pdf/SECIMSISTEMLERIVEORTAYACIKANIKTIDARYAPILARIMUGEYUCE.pdf
|
21 Ekim 2010 Perşembe
Irak Seçim Sisteminin Iraklılık Kimliğine ve Siyasi İstikrara Etkisi
Türk Dış Politikasının Eksen Genişlemesinde Körfez Sermayesinin Etkisi
Emin SALİHİ |
03/08/2010 09:10 |
Son dönemde Türk dış politikasında yaşanan gelişmeler sonucunda Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşıp Doğu’ya mı kaydığı soruları yoğun bir şekilde sorulmaktadır. Türkiye’nin Batı veya Doğu’dan birini seçmek zorundaymış gibi düşünüp, Doğu’ya kaydığını düşünenler; Türkiye’nin, AB ile müzakeresindeki yavaşlamayı, İran konusunda Batı ile oluşan anlaşmazlıklarını ve Ortadoğu’da İsrail ile yaşadığı sorunları gerekçe olarak göstermektedir.
Türkiye’nin dış politikada ekseninin değiştiğini belirtenler, düşüncelerini desteklemek için, Türkiye hükümetinin İslami bir ideolojiden geldiğini ve son dönemde Arap ülkeleri ile ilişkilerini bu nedenle geliştirdiğini vurgulamaktadırlar.
Ancak bir ülkenin dış politikasını analiz etmek için, o ülkedeki karar alıcıları değerlendirmekten daha fazlası gerektiğini düşünüyorum. Dünya’da hüküm süren siyasi durum (konjonktür) veya gelişmeler, buna paralel olarak bölgede gelişen siyasi dinamikler ve bunların doğurduğu ekonomik sonuçlar ülkelerin dış politika planlarını şekillendiren önemli yan etkenlerdir. Bu nedenle Türkiye’nin son dönem dış politikasına biraz da bu pencereden bakılmalı ve tekrar değerlendirilmelidir.
Bu dönemde ekonomiyi etkileyen diğer bir faktör petrol fiyatları olmuştur. ABD’nin Irak müdahalesi, İran ile yaşanan sorunlar ve benzer nedenlerden dolayı süreç içerisinde petrolün varil fiyatı 30 Dolardan 80 Dolara yükselmiştir. Petrol fiyatlarındaki artış, Körfez sermayesinin ciddi bir şekilde artmasına neden olmuştur.(4) ABD’den çekilen paralar ve petrolün getirdiği sermaye artışı nedeniyle Körfez ülkeleri, yatırım yapabilecekleri yeni gelişmekte olan ülkeler arayışına girmiştir.
Aynı şekilde, Türkiye’de 2002 yılından sonra yaşanan bazı yeni siyasi gelişmeler, Körfez ülkeleri ile olan ilişkileri olumlu yönde etkilemiştir. Türkiye’de 2002 genel seçimler sonrası iktidar değişimi yaşanmıştır. Yeni dönemde Ak Parti tek başına iktidar olma başarısı göstermiştir. Ak Parti’nin eylem planında yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek, Türkiye ekonomisi için önemli bir yer tutmaktaydı ve bu nedenle Türkiye Körfez sermayesine önem vermekteydi. Yine bu dönemde Türkiye–AB müzakereleri hız kazanmıştı ve bu durum yatırım için Türkiye’ye olan güveni artırmıştı. Son olarak, Türkiye’nin, Irak müdahalesi sürecinde ABD’ye karşı olan toplumsal tavrı, bölge ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı olan sempati ve ilgiyi artırmıştı. Konjonktürün getirdiği tüm bu yeni gelişmeler, Türkiye–Körfez Arap ülkeleri arsındaki ilişkinin artmasını sağladı.
Körfez Sermayesi
Körfez Arap ülkeleri; Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan, Umman Sultanlığı, Kuveyt, Yemen ve Katar devletlerinden oluşmaktadır. Yemen dışındaki ülkeler kendi aralarında “Arap Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi” oluşturmuşlardır. Konseyin merkezi Riyad’ta bulunmakta ve başlıca amacı körfez ülkeleri arasında ekonomik alanda işbirliği sağlamaktır.(5) Körfez ülkelerinin ana gelir kaynağı doğal kaynaklardan oluşan gelirleridir çünkü bu ülkelerde dünya petrol rezervlerinin %40’ı ve doğalgaz rezervlerinin %22’si bulunmaktadır.(6) Ancak körfez ülkeleri yatırımcıları, petrol dışında diğer sektörlerde bulunmakta ve sermayelerini değerlendirmektedir. Diğer yatırım alanları ise bankacılık, gayrimenkul, telekomünikasyon, hava taşımacılığı, enerji ve konaklama (inşaat) sektörleridir.(7) Buralardan elde edilen sermaye gelirleri sonucu oluşan toplam sermayenin büyüklüğü ile ilgili değişik bilgiler bulunmaktadır. Bu sayılar genellikle 800 Milyar ve 1,5 Trilyon Dolar arasındadır.
Körfez Ülkelerinin Türkiye’deki Yatırımları
Körfez Arap sermayesi 11 Eylül olayından sonra Türkiye’deki yatırımlarını artırmıştır. Hazine verilerine göre yatırımlar 2001 yılından itibaren 30 Milyar Doları bulmuş durumdadır.(8) Finans sektörü, körfez sermayedarlarının yatırım yaptığı en dikkat çekici alan olmuştur. Körfez ülkelerinin Türkiye’deki sermaye yatırımlarına örnek olarak şunları sayabiliriz;
Körfez Arap ülkelerinin yatırım için Türkiye’de ilgilerini çeken diğer bir alan gayrimenkul sektörüdür. Körfez sermayesinin gayrimenkul alanında en çarpıcı alımı Cevahir Alışveriş Merkezi ile oldu. Kuveyt sermayeli St. Martins Property, Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezini 750 Milyon Dolara satın aldı.(11) Körfez işadamlarının bu sektördeki yatırımlarının artacağı beklenmektedir. Çünkü son dönemde Türkiye’de gayrimenkul yatırım yapabilecek körfez işadamlarıyla toplantılar yapılmakta ve onlara fırsatlar sunulmaktadır. Bu toplantılar sonucunda yapılan iş anlaşmalarıyla birlikte, önümüzdeki üç yılda Körfez işadamlarının gayrimenkul alanında Türkiye’de 10 Milyar Dolarlık yatırım yapacağı öngörülmektedir.(12)
Körfez sermayesi finans, gayrimenkul ve telekomünikasyon sektöründe yapmak istedikleri yatırımlar ile gündeme geldiler. Ancak önümüzdeki dönemde başta enerji sektörü olmak üzere Körfez işadamlarının birçok alanda yatırım yapması bekleniyor. Şimdiye dek 30 Milyar Doların üstünde yapılan yatırımlar, ekonomik krizin var olduğu bu dönmede, Türkiye için önem taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye, bu yatırımların artarak devam etmesi için özen göstermekte ve bu yönde çalışmalar yapmaktadır.
Türkiye’nin Körfez Ülkeleri ile İlişkilerini Geliştirme Politikaları
Körfez yatırımcıları, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi 11 Eylül olayları sonrası yeni pazar arayışlarına girmiştir. Türkiye de bu arayışlara cevap vermek ve dış sermayeyi Türkiye’ye çekmek için bazı çalışmalar yapmıştır. Bu doğrultuda Türkiye, Körfez ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve Türkiye’nin yatırım için önemli bir ülke olduğunu Körfez ülkelerine anlatmaya çalışmıştır. Bu çalışmalardan en önemlilerinden biri, 2003 sonrası yapılmaya başlanan Türk–Arap Ekonomi Forumlarıdır. Forum Başbakan’ın himayesinde, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ve Arap iş dünyasının önde gelen yayın ve organizasyon grubu olan Al-Iktissad wal Aamal tarafından gerçekleştirilmiştir.(13) Ekonomi forumlarının beşincisi geçtiğimiz Haziran ayında gerçekleşti ve buna benzer bir şekilde bakanlıklar düzeyinde de pek çok forumlar oluşturulmaktadır.
Türkiye’nin çalışmaları sadece hükümet düzeyinde devam etmemektedir. Örneğin bu yılın haziran ayında Cumhurbaşkanı başdanışmanı Erşat Hürmüzlü başkanlığında altı körfez ülkesinin Türkiye Büyükelçileri ile bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıda Körfez ülkelerinin Türkiye’de tarım ve turizm sektörlerinde yapabilecekleri yatırımlar hakkında bilgi verilmiştir.(14) Forumlar ve toplantılar dışında de Türkiye Körfez ülkeleri ile ikili ilişkilerini ziyaretler ile geliştirmeye çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Abdullah gül, 13 yıl aradan sonra ilk defa Umman’ı 12 Nisan 2010 tarihinde ziyaret etmiştir. Bu ziyarette iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde müzakereler yapılmıştır.(15)
Sonuç Yerine: Türk Dış Politikasında Eksen Genişlemesi
Soğuk Savaş’ın ardından Türkiye bölgesel bir güç olabilmek için dış politikasında alternatiflerini artırmaya çalışmaktadır. Özellikle 1990’ların son döneminde, sol ve laik bir çizgide siyaset yapan, dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından bu düşünce açık bir şekilde belirtilmektedir. Cem, Türkiye’nin tarihsel olarak bölgesinde merkezi bir ülke olduğunu ve bunun getirdiği avantajlarla çevresindeki ülkelere daha iyi siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmesi gerektiğini belirtmiştir.(16) Ancak gerek dönemin hükümet istikrarsızlıklarının dış politikaya yansıması, gerekse Türkiye’nin İsrail ile olan iyi ilişkilerinin bölgedeki konjonktüre etkisi, Türkiye’nin komşuları ve bulunduğu bölge ile yakın bir ilişki kurmasını zorlaştırmıştır.
Ancak 2001 sonrası dünyada gelişen siyasi ve ekonomik olaylar Türkiye’nin bölgesi ile daha yakın ilişkiler kurmasını sağlamıştır. Türkiye’nin özellikle Arap ülkeleri ile kurduğu iyi ilişkiler Türk dış politikasında eksen tartışmalarını doğurmuştur. Bazı kesimler tarafından bu yakınlaşma Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmaya başladığı ve Doğu’ya yaklaştığı şeklinde yorumlanmıştır. Bununla birlikte Türkiye’deki hükümete yakın olan sermaye grupları ile Arap sermayesi arasında oluşan ortaklıkların, Türk dış politikasını etkileyeceği kaygısı artmıştır. Ancak uluslararası konjonktüre, Türkiye’nin ekonomi politikasına ve Türkiye’nin Arap ülkelerle ilişkisini geliştirirken ön plana çıkan özelliğine bakacak olursak, bu kaygının yersiz olduğu anlaşılacaktır.
Öncelikle Ortadoğu ülkeleri Türkiye’yi Batı’ya açılan bir pencere olarak görmektedir. Bunu çok iyi farkında olan Türkiye, Batı ile ilişkileri her zaman öncelik verecektir. Çünkü bölgede, Türkiye’yi faklı kılan ve yatırımları Türkiye’ye yönelten etken, Türkiye’nin Batılı bir ülke olmasıdır. Bunun dışında Türkiye’nin politikasını anlamak için Türkiye–Rusya ilişkilerine de bakabiliriz. Rusya 2008 yılının ardından, Almanya’yı geçerek Türkiye’nin en büyük ticari ortağı olmuştur. Aynı şekilde bu döneme kadar Batılı ülkeler, Türkiye’nin dış ticaretinin üçte ikisine hâkimdi. Ancak bu oran günümüzde yüzde 50’ye düşmüştür.(17) Yani ekonomik ilişkiler sadece Körfez ülkeleri ile gelişmemiştir. Son dönemde Batı dünyasında yaşanan ekonomik krizi düşündüğümüzde, Türk dış politikasının olumlu yanlarını daha iyi görebiliriz. Özellikle Rusya örneğinden yola çıkarak, son dönem Türk dış politikasında ideolojilerden dolayı bir eksen kaymasının olmadığını belirtebiliriz. Türkiye bu dönemde bölgesel bir güç olarak alternatiflerini genişletmiş ve dış politikasında bir eksen genişlemesi oluşturmuştur.
Dipnotlar:
(1)http://news.bbc.co.uk/hi/arabic/in_depth/2005/correspondents/newsid_5334000/5334940.stm, 11.09.2006. |
Son Dönem Türk–Arap İlişkilerinin İmaj Boyutu
Ancak bu süreçte geçmişte yaşanan Türk-Arap yakınlaşmasından farklı olarak Türkiye, imajını bölge ülkelerinde düzeltmeye çabalamıştır. Çünkü Türkiye’nin bölgede bu politikasını sürdürebilir bir hale getirmesi için ülke imajını bölge halkının algısında olumlu bir hale getirmelidir. İşbirliğinin artırılması için Türkiye’nin bölgedeki imajı önemlidir. Çünkü çatışmalar ne kadar önyargıdan besleniyorsa, işbirliği de o kadar karşılıklı güvenden beslenir. Türkiye’nin bölgesinde merkez bir ülke olabilmesi için bölgede olumlu bir imajının olması gerekir.
Bu nedenle Davutoğlu, Türk dış politikası yapılanmasında siyasi ve ekonomik unsurlar kadar ülkenin imajı konusuna da önem vermektedir. Bu politikanın amacı, Türkiye’ye karşı olan önyargıları yıkmak ve oluşan güven ortamında işbirliğini artırmaktır. Türkiye’nin imaj değişimi çerçevesinde son dönemdeki gelişmeleri bazı başlıklar altında toplayabiliriz. Bunlar; siyasi gelişmeler, medya alanında yaşanan değişimler, eğitim kitaplarındaki Türkiye imajının değişimi ve bölgede ülkeler arası dolaşımın artmasıdır. Bunların her biri Türkiye’nin bölgedeki yeni imajını etkilemiştir.
Son Dönem Türk–Arap İlişkileri Türklerin kurduğu Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli etnik gruplardan biri Araplardı. Bu iki millet arsında yakın bir kültür olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşanan çatışmalar, iki millet arasındaki soğukluğu son döneme dek beslemiştir. Modern devletlerin kurulmasından sonra da Arap–İsrail meselesinde ve Soğuk Savaş döneminde Arap ülkeleri ile Türkiye’nin ortak bir politikası olmamasından dolayı bu ülkeler yakınlaşma ihtiyacı ve olanağı bulamamışlardır. Örneğin Türkiye, Arap ülkelerinin tepkisine rağmen 1949 yılında İsrail’i tanımıştır. Yine Soğuk Savaş döneminde Türkiye daha çok Batı yanlısı bir politika izlemiş ve bu nedenle başta Mısır ve Suriye gibi Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirememiştir.
Ancak bazı dönemlerde Türkiye–İsrail ilişkileri gerilmiş ve Türkiye ile Arap ülkeleri bazı durumlarda ortak tavır almıştır. Türkiye ve İsrail arasındaki ilk kriz 1956 yılında yaşanmıştır. Çünkü Türkiye’nin Irak ile karşılıklı işbirliği anlaşması imzalaması İsrail’in tepkisini çekmiştir. Türkiye 1967 ve 1973 savaşlarından sonra da İsrail ile sorunlar yaşamıştır. Bu savaşlardan sonra Türkiye, İsrail’in BM’den ihracını isteyen İslam Konferansı kararına katılmış ve bu dönemde Araplar ile ortak bir siyasi tavır almıştır. İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesinden sonra Türkiye yine tepkisini göstermiş ve İsrail’deki başkonsolosluğunu kapatma kararı almıştır. (1) Bu dönemlerde Türkiye’nin bölgedeki Arap ülkeleriyle yakınlaşmasına rağmen 90’lı yıllarda ilişkiler tekrar bozuldu. İlişkilerin kötüleşmesinde Suriye’nin su sorunu neden olmuştur. Türkiye’nin yeterince su vermediğini düşünen Suriye arkasına Arap Birliğini alarak Türkiye’ye su konusunda baskı yapmıştır. Bu dönemde Türkiye–İsrail yakınlaşması da Arap ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı olan olumsuz tavrın sürmesine neden olmuştur.
Son dönemde ABD’nin Irak İşgaline Türkiye’nin destek vermemesi ve ardından yaşanan bazı gelişmeler Türk–Arap ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı. Bu dönemde gelişen diplomatik ve ticari ilişkiler ülkeleri birbirine yakınlaştırırken, 2008 yılında İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılar ve Türkiye’nin buna gösterdiği tepki Arap halkının da Türkiye’ye olan sempatisini artırmıştır. Son olarak, Başbakan Erdoğan’ın Davos Zirvesi’ndeki tavrı ve Türkiye’den Gazze’ye giden yardım filosunda öldürülen Türkler bu yakınlaşmanın artarak sürmesini sağlamıştır. Ancak bu dönemdeki yakınlaşmada geçmişten farklı olarak Türkiye’nin Arapların gözünde imajının değişmesine neden olmuştur. Bu durum hem süreç içerisinde yaşanan gelişmelerden kaynaklanmış hem de Türkiye’nin özel çabalarıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu fotoğraf Suriye’nin ünlü Hamidiye Çarşısında çekilmiştir. Burada Suriyeliler Türkiye’nin Gazze’ye gönderdiği özgürlük filosundan dolayı hem Başbakan Erdoğan’ı kutlamakta hem de şehit olanların ailelerine başsağlığı dilemektedir. Halklar arsında gelişen duygusal bağlar bölgemizde sürdürülebilir bir işbirliği için oldukça önemlidir.
Medya Alanı Medya kurumu, ülkelerin olumlu veya olumsuz imajını yansıtması açısından oldukça önemli bir işlevi vardır. Arapların gözünden Türkiye’nin imajı için medyanın işlevi iki boyuttan değerlendirilebilir. Bunlardan birincisi, Siyasi medyanın kendi içinde yaşadığı değişimler ve bunun Türkiye’ye etkisidir. İkincisi ise televizyon programlarının ve dizilerinin toplumların birbirlerini daha yakından tanımaları ve ön yargıları yok etmeleri açısından olumlu katkılarıdır.
İletişim alanında gelişen teknoloji olanakları birden çok ülkede yayın yapan Arap haber ajanslarının ortaya çıkması sağladı. Uydu üzerinden yayın yapan bu kanallar yerel hükümetlerden daha az etkilenmektedirler. Diğer bir avantajları ise birçok ülkede temsilcilerinin bulunması ve haber kaynaklarının birinci ağızdan verebilmeleridir. El Cezire kanalı bu anlamda haber kanalı olarak öne çıkmaktadır. Bu iletişim ortamı vasıtasıyla Arap toplumunun talepleri ve düşünceleri daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.(2) Sansürsüz ve Batı ülkelerinin haber ajanslarından bağımsız bir şekilde birinci ağızdan yapılan habercilik ülke halklarını birbirine daha da yakınlaştırmıştır. Örneğin Ürdün hükümeti, Türkiye’nin Arap meselesi olarak görülen konulara müdahale etmesinden rahatsızken Ürdün halkı Türkiye’ye destek vermektedir ve bunu rahatlıkla ifade edebilmektedir. Bu doğrultuda Arap toplumuna birinci ağızdan kendini tanıtmanın önemini bilen Türkiye, geçtiğimiz yıl bölge halkı için Arapça yayın yapan bir kanal kurmuştur.
Arapların medya aracılığıyla Türkiye’yi tanımalarını sağlayan diğer bir araç Türk dizileri olmuştur. Mısırlı bir din adamının bir Türk dizisine karşı verdiği fetva ülkemizde gündem oluşturmasına rağmen, Türk dizilerinin aslında iki toplumun birbirine yakınlaşmasında oldukça önemli bir katkısı bulunmaktadır. Nurçin Yıldız bir yazıda dizilerin bölgedeki etkisinden şöyle ifade etmiştir; “dizilerde aynı anda bir taraftan Batılı yaşam tarzı sergilenirken bir taraftan da hikâyenin dede ve torunun bir arada yaşadığı büyük bir aile etrafında cereyan etmesi, görücü usulüyle evlilik, Ramazan ayında oruç tutulması gibi ortak İslami/kültürel değerler işlenmektedir. Bu aynı ve farklı olma durumu da, Arap izleyicinin dizileri/hikâyeleri içselleştirmesine/sahiplenmesine neden olmaktadır”. (3) Dolayısıyla laik bir ülke olan Türkiye’nin sanılanın aksine geleneksel yaşam tarzından uzaklaşmadığı görülmüştür.
Eğitim Alanı Devletler ulusal kimlik oluşturmak için eğitim kurumlarında tarih eğitimini bir araç olarak kullanır. Ulusal kimliğin inşa sürecinde ötekileştirme oldukça sık kullanılan bir yöntemdir. Bu süreçte başkalarını tanımlayarak veya ötekileştirerek kendinize bir kimlik oluşturursunuz. Bu nedenle okullarda okutulan tarih kitapları kendinizi ve diğer milletleri tanımlamanız açısından oldukça önemlidir. Ülkeler hakkındaki ilk intibalardan biri okullarda okutulan tarih kitaplarından oluşur. Bölge ülkelerinin ders kitaplarının çoğunda Osmanlı İmparatorluğu, Türkler ve dolayısıyla Türkiye iyi bir şekilde tanıtılmamaktadır. Bu durum Türkiye’ye karşı olan önyargıları beslemiştir. Türkiye bunu düzeltme amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Bunlardan biri İslam Tarih Sanat Kültür Araştırma Vakfı aracılığıyla yapılmaktadır. Buna göre Türkiye ve Arap Birliği’ne üye olan 22 ülke tarih kitaplarını tekrar gözden geçirecektir. Böylece Türkler ve Araplar 400 yıllık Osmanlı tarihini yeniden yazacak. Bu çalışmanın esas amacı ise barışçıl bir tarih yazmaktır.
Bu düşünce doğrultusunda ilk çalıma Türkiye ve Suriye arasında 2008 yılında başlatıldı. İki ülkenin Milli Eğitim Bakanlıkları tarafından görevlendirilen uzmanlar yaklaşık altı ay süren çalışmalar sonunda iki ülkenin ders kitaplarında bulunan düşmanca ifadeleri tespit etti ve düzeltme çalışmalarına başladı. Örneğin Suriye’nin sınırları ders kitaplarında tekrar gözden geçirilecek ve artık sınırlar Toroslar’dan başlamayacak. Aynı şekilde Arapları “geri bırakan ve sömüren” Osmanlı imajı tarih ders kitaplarında düzeltilecek.(4)
Buna benzer bir diğer çalışma Türkiye ve Irak arasında, Atatürk Araştırma Merkezi ve Irak Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği işbirliği ile gerçekleşen “Yeni Bir Tarih Yazalım” sempozyumudur. Bu sempozyumun açılış konuşmasını yapan Devlet Bakanı Mehmet Aydın iki ülkenin tarih yazımına dikkat çekmiştir. Bakana göre her iki ülkenin tarih kitapları o ülkelerin zihniyetleri tarafından yazılmamıştır. Ülkelerin ulus inşası sürecinde yapılan ötekileştirme ikili ilişkilere zarar vermiştir. Ancak bundan sonra ortak yönler ön plana çıkarılacaktır. Bu doğrultuda, sempozyumun sonuç bildirgesinde belirtildiği gibi, iki ülke arasında ders kitaplarındaki ibareleri gözden geçirecek ve bilgilerin düzeltilmesi yönünde çalışacak bir komisyonun kurulmasına karar verilmiştir.(5)
Ülkeler Arası Dolaşım Dünyada işbirliği üzerine çalışan teorisyenlerden biri olan Karl Deutsch, işbirliği ortamı için karşılıklı yakınlık olmasını gerektiğini savunur. Karşılıklı yakınlığın ön koşullarından biri ise ülkeler arası seyahat miktarının fazla olmasıdır.(6) Çünkü seyahat miktarı arttıkça ülkelerde birbirini tanıyan insan sayısı artar. Ülke halklarının birbirlerini tanımaları, daha önceden ülkeler hakkında edinilmiş önyargıları kırmak ve daha da yakınlaşmak için en etkin yöntemdir.
Son dönemde ülkeler arsındaki dolaşımın artmasında birkaç neden bulunmaktadır. Öncelikle Türkiye’nin Arap medyasında çokça yer alması algıda seçiciliğe neden olmaktadır. Diğer bir neden, Arapların Türk dizilerinde gördükleri yerleri gidip yerinde görme isteğidir. Bu istekleri destekleyen devletlerin vize kaldırma yönündeki kararlarını da en başa koymamız gerekiyor. Özellikle son dönemde Suriye, Lübnan, Ürdün ve Libya’yla karşılıklı kaldırılan vize uygulamaları, ülke halkalarının daha rahat bir şekilde dolaşımını sağlamaktadır.
Gelişen bu olaylar sonucu Türkiye’ye gelen Arap turist sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir. Yapılan tahminlere göre Arap turist sayısı bu yılın sonuna doğru bir milyonu geçecektir. Özellikle vizelerin kalkmasından sonra Suriye’den gelen turist sayısı dikkat çekmektedir. Geçtiğimiz yıl (2009) Suriye’den gelen turist sayısı 143 bin iken, bu yılın Temmuz ayına dek gelen turist sayısı 298 bini bulmuştur.(7)
Sonuç Yerine: Arap Ülkelerinde Türkiye’nin Artan Olumlu İmajı Arap ülkelerine giden Türk gazeteciler, yazarlar, işadamları ve sosyal bilimciler, Türkiye’nin bölgede artan imajını yaşadıkları deneyimlerle çeşitli alanlarda ifade etmişlerdir. Ancak günümüze dek bu alanda yapılan en kapsamlı çalışma Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından gerçekleştirildi. TESEV tarafından yapılan araştırmada Arabistan, Irak, Ürdün, Lübnan, Filistin, Mısır ve Suriye gibi yedi Arap ülkesinde 2006 kişiyle yapılan mülakat ile Türkiye’nin son dönemde bölgedeki algısı üzerine araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda, Arap halkının Türkiye hakkında olumlu düşüncelere sahip olmadığı önyargısının aksine araştırmanın yapıldığı 7 ülkede de Türkiye’nin iyi bir imajının olduğu görülüyor. Türkiye %75 ile bölge genelinde hakkında en olumlu düşünülen ülkeler sıralamasında Suudi Arabistan’ın ardından ikinci sırada yer alıyor.(8) Ayrıca araştırmada son dönemde başta Gazze meselesi olmak üzere Türkiye’nin politikaları üzerinde sorular sorulmuş ve yine ankete katılanların büyük çoğunluğu bu politikaları olumlu bulduklarını belirtmiştir.
Dipnotlar: 1. http://www.haberturk.com/gundem/haber/519693-israille-60-yil-bitmeyen-gerilim, 01.06.2010 3. http://www.usakgundem.com/makale/63/mehmet-mühenned-olunca.html, 14.04.2010 4. http://ahmetdursun374.blogcu.com/ortadogu-ortadogu-nun-tarihi-yeniden-yaziliyormus/2849905, 16.01.2008 |
Irak’ın Geleceği ve Türkiye’nin Jeopolitik Önemi
Irak’ta Mart 2010 seçimlerinden sonra günümüze dek hükümet kurulamadı. Hükümet kurma müzakereleri devam ederken, Temmuz ayında Irak’ta yapılan saldırılar sonucunda son iki yılın en yüksek ölü sayısı ortaya çıktı. Irak’taki istikrarsız devlet yapılanması ortadayken ABD’nin Ağustos ayının başında şehirlerde bulunan son muharip güçlerini de bu ülkeden çekmesiyle birlikte, Irak’ın geleceği tekrar tartışılmaya başlandı.
Çünkü Irak’ta hala güçsüz bir devlet yapılanması var ve bu durum ABD’siz bir Irak’ı komşu ülkelerin müdahalesine açık bir hale getirmektedir. Tüm bu gelişmeler Türkiye’nin bölgedeki konumu ve politikaları üzerine düşünmemizi gerektirmektedir. Çünkü Türkiye, sorunlu bir ülke olan Irak’a komşu olma durumunu ve coğrafi konumunu kendisi için avantajlı bir hale getirebilir veya gerekli politikaları üretemeyerek bu konumundan olumsuz yönde etkilenebilir.
Türkiye’nin Jeopolitik Yaklaşımı
Türkiye’nin son dönem dış politikası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından şekillendirilmektedir. Davutoğlu “Stratejik Derinlik” isimli çalışmasında Türkiye’nin jeopolitik yaklaşımının nasıl olması gerektiği üzerine düşüncelerini belirtmiştir. Dışişleri Bakanı öncelikle Türkiye’nin kendi kara havzasında gelişen olaylara yabancı kalmaması ve aktif bir politika izlemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu yaklaşıma göre; Türkiye kendi bölgesine yabancılaşamaz, kendisi için tehlike oluşturabilecek durumları engellemek adına tedbirlerini önceden alabilir ve bölgede aktif bir ülke olarak uluslararası konumunu güçlendirebilir.(1) Türk Dışişleri Bakanı’na göre kendi bölgesinde etkili olmayan bir Türkiye’nin dünyaya açılması kolay olmayacaktır.
Davutoğlu Türkiye’nin jeopolitik konumunun önemini koruması için bölge diplomasisini dinamik bir şekilde, gelişmelere göre yeniden yorumlaması gerekliliğini belirtiyor. Ayrıca Ahmet Davutoğlu coğrafi konumun sabit bir faktör olduğunu ve gelişmelere göre bölgedeki siyasetimizi değiştirip bu coğrafyanın avantajlarını kullanmamız gerektiğini savunuyor.(2) Bilindiği gibi ABD’nin 2003’teki işgalinden günümüze dek Türkiye’nin başta Kuzey Irak konusunda olmak üzere Irak politikasında bazı değişimler yaşanmıştır. Bu değişimleri belki de Davutoğlu’nun bu analizi çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Türkiye’nin Çok Boyutlu Irak Diplomasisi
Türkiye Irak’a komşu olan diğer ülkelerden farklı olarak Irak’taki tüm gruplarla diplomatik ilişki kurabilen tek ülkedir. Örneğin İran, Suriye, Arabistan ve Ürdün’ün gelecekte Irak’ta yaşanacak bir çatışmada tarafsız kalacaklarını veya iç siyaseti olumsuz yönde etkileyecek faaliyetleri desteklemeyeceklerini söyleyemeyiz. Dolaysıyla Türkiye bölgede Irak için gizli dosyası bulunmayan güvenilir bir ülke imajını vermektedir. Türkiye’nin Irak’taki tüm gruplara eşit mesafede olduğunu net bir biçimde belirtemeyiz. Ancak Türkiye tüm gruplarla görüşebilmekte ve fikir alışverişinde bulunabilmektedir. Sadece hükümetlerarası bir ilişkiyi tercih etmeyen Türkiye, özellikle 2008’den sonra Kuzey Irak’ta oluşan Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile de ilişkilerini geliştirerek, Irak’ta çok boyutlu diplomasi uygulamaya devam etmektedir.
Irak siyasetinde etkin olan Şii, Kürt ve ulusalcı Sünni gruplar bulunmaktadır. Bu gruplar da kendi içinde bölünmüş durumdadır. Örneğin ABD işgalinden sonra bir arada hareket eden Şiiler günümüzde Maliki grubu, Sadr grubu ve Hekim grubu olmak üzere birkaç farklı grup tarafından temsil edilmektedir. Bu durum Kürtler ve ulusalcı Sünniler için de geçerlidir. Türkiye bu gruplarla tek tek görüşmekte ve çıkar birliği bulduğu gruplarla daha yakın ilişkiler kurmaya çalışmaktadır.
Günümüzde Şii gruplar arasında öne çıkan grup Irak Başbakanı Nuri al-Maliki’nin grubudur. Hükümetlerarası ilişkiler çerçevesinde Türkiye ve Maliki arasında görüşmeler yapılmaktadır. Maliki döneminde Türkiye ve Irak arasında stratejik işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Şii gruplardan bir diğeri Mukteda al-Sadr başkanlığında Sadr grubudur. ABD işgalinin ilk günlerinden beri Irak’ın bölünmezliği ve Kerkük’ün statüsü gibi konularda Türkiye ile ortak bir düşünceye sahip olan Sadr’ın, Türkiye ile iyi ilişkileri bulunmaktadır.(3) Son olarak, bu yılın başında İran’a yakınlığı ile bilinen Ammar al-Hekim Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Hekim Türkiye’de yaptığı konuşmasında Türkiye’nin bölgedeki tarihi rolüne değinmiş ve Türkiye – Irak ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini savunmuştur.(4)
Türkiye’nin, Irak’ta ABD’nin işgalinden sonra siyasetten çekilen Sünni grupların yeniden Irak siyasetinde rol almalarında önemli bir katkısı olmuştur. Türkiye özellikle 2005 yılında Irak’ta yapılan seçimlere Sünni grupların seçimlere katılmalarını sağlayarak ABD’nin takdirini toplamıştı.(5) Yine geçtiğimiz yıl (2009) Mayıs ayında Türkiye, Sünni direnişçilerin yasamaya dâhil olmaları amacıyla ABD ile yapılan müzakerelere arabulucu oldu. Tüm bu çabalar sonucunda Sünni gruplar meşru siyasi yapılara kanalize olmuş ve son parlamento seçimlerinde başarılı sonuçlar elde etmişlerdir.
Sünni ve Şii gruplardan sonra 2008 yılında Türkiye, Kuzey Irak’ta bulunan Bölgesel Kürdistan Yönetimi ile de ilişkilerini geliştirmiştir. Türkiye 2008 yılına kadar KBY ile ilişkilerini güvenlik eksenli geliştirmiş ama bu dönemden sonra ilişkilerini yeniden formüle etmiştir. Çünkü Türkiye’nin, KBY ile terör konusunda işbirliği yapabileceği inancı artmıştır. KYB’nin de bu yakınlaşmaya sıcak bakmasının en önemli nedeni Türkiye ile kurulan ticari ilişkiler ve ABD’nin artık kendilerini Irak’ta Sünni ve Şii gruplara karşı korumacı bir tavrının olmaması veya Bağdat’a daha çok önem vermesidir. KYB’nin işbirliği yapabileceği alternatiflere bakıldığında da Suriye ve İran’a göre Türkiye’nin işbirliği için daha uygun bir ülke olduğu söylenebilir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Devlet Bakanı Zafer Çağlayan 2009 yılında bölgeye resmi ziyaret yaparak yakınlaşmayı açık bir dille ifade etmişlerdir.(6) Bu ziyaret ve bölgeye yönelik politika değişimi ile Türkiye, Irak’ta bütün gruplar ile siyasi ilişki kurabilen tek ülke konumuna gelmiştir.
Irak’ta İç Çatışma Olasılıkları ve Irak’ın Komşu Ülkeleri
SOFA anlaşmasına göre ABD 2011 yılının sonunda Irak’tan çekilecek. Ancak günümüzde soruna neden olmayan veya üstü örtülen bazı konuların ABD’nin çekilmesinden sonra ortaya çıkması bekleniyor. Örneğin Araplar ve Kürtler arasında hala çözümlenmemiş konular var. Bunlardan biri KBY’nin sınırlarının hala belli olmaması. KBY’nin oluşturduğu anayasaya göre Musul, Kerkük ve Diyale illeri Kürt bölgesi olarak kabul ediliyor. Ancak bu durum başta Musul’daki Araplar olmak üzere Iraklılar tarafından kabul görmeyecektir. Yine Kürtler ile Araplar arasında yaşanacak diğer bir çatışma alanı ülkede hala belirlenemeyen federal yönetim ile merkezi yönetim arasındaki yetki sorunudur. Diğer bir ifade ile Bağdat ve Erbil arasındaki yetki sorunu. Başta petrol gelirlerinin paylaşımı olmak üzere yerel ve merkezi yönetimlerin yetki sınırlarında belirsizlikler bulunmaktadır. Günümüzde ABD’nin varlığında daha kontrollü hareket eden bu gruplar, ABD’den sonra agresif politikalar izlediklerinde çatışma olasılığını arttırmaktadırlar.
Diğer bir çatışma alanı mezhepsel nedenlerden olabilir. Bu mezhepsel çatışma nedeni sadece iç dinamiklerden kaynaklanmayabilir. Irak’taki yönetimden memnun olmayan Irak’a komşu ülkeler de bu çatışmada yönlendirici bir role soyunabilir. Unutulmamalı ki Irak’ta güçlü bir merkezi yapı olmadığı için Irak, komşuların müdahalesine açık bir ülke konumundadır. Bu tezi Irakiyye Partisi’nin başkanı ve başbakan adayı olan Allavi son dönemde verdiği demeçlerle doğrulamaktadır. Allavi’ye göre Irak’ta seçimlerden sonra hükümet kurulamamasının nedenlerinden biri, ABD’nin İran’ın da rıza göstereceği bir Irak hükümeti oluşturma isteğidir.(7) Çünkü ABD sonrası istikrarlı bir Irak için İran’ın iyi ilişkiler kurabileceği bir hükümet gerekmektedir. İran’dan yola çıkarak, Irak’a komşu ülkeler bağlamında, gelecekte Irak’ta yaşanabilecek bir çatışmada hangi ülke veya ülkeler bu çatışmayı önceden önleyebilir veya çatışmaya müdahale edebilir sorusu akla gelmektedir.
İlk olarak İran’dan söz edecek olursak, İran açık bir şekilde Irak’taki gruplar arasında Şii yanlısı bir politika izlemektedir. Özellikle Bedr Tugayları gibi Şii milis güçlerin İran tarafından eğitildiğini düşünürsek, İran’ın gelecekte Irak’ta yaşanabilecek bir iç çatışmada tarafsız kalacağını söyleyemeyiz.(8) Irak’a komşu diğer ülkelerden Arabistan ve Ürdün, Irak’ta yaşanabilecek bir iç çatışmayı istememektedirler. Arabistan bu çatışmanın gelecekte kendi toplumunda bir yansıması olmasından kaygılanmaktadır. Ürdün ise bu çatışmaların sonucunda ortaya çıkacak göçmen sorunundan çekinmektedir.(9) Ancak bu iki ülkede, Irak’taki aşiretler ile akraba Sünni aşiretler bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ülkeler Irak’taki gruplar arasında tarafsız kalamamaktadır. Irak’ın geleceğinde söz sahibi olabilecek bir diğer ülke olan Suriye, Irak’taki tüm gruplarla iyi ilişkiler kurmayı amaçlamakta ancak başta Başbakan Maliki tarafından olmak üzere çeşitli gruplarca teröre verdiği destek nedeniyle eleştirilmektedir. Görüldüğü gibi bölgede Türkiye dışındaki ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda Irak’ı kaynar kazana atma ihtimali bulunmaktadır. Bu durum Irak’ın istikrarı ve bölgedeki dengeler açısından Türkiye’nin önemini artırmaktadır.
Sonuç Yerine: Türkiye’nin Artan Jeopolitik Önemi
Irak’ın geleceği ve Türkiye’nin buradaki rolünü daha iyi anlamamız için Irak’ın yakın geçmişini ve özellikle ABD işgalinden sonraki siyasi süreci iyi analiz etmemiz gerekiyor. Irak’ta istikrarsız siyasi yapının nedeni ABD’nin uyguladığı “Baasızlaştırma” politikasına dayanmaktadır. Irak’ta Baas döneminde parti-devlet yapısı bulunmasından dolayı Baas Partisi mensubu insanların tasfiye edilmesi aslında Irak’ta devlet kurumunun yok edilmesine yol açmıştır. O günden bugüne dek Irak’ta geçen yedi yılda devletleşme evrimi tamamlanamadı. Bu nedenle Irak, özellikle ABD’nin ayrılmasından sonra bir otorite boşluğu ve bölge devletlerinin etkisi altında kalma tehlikesini yaşıyor.
Türkiye bölgede Irak’ta oluşacak otorite boşluğunu diplomatik ve barışçıl yöntemlerle doldurabilecek; Irak’taki Şii, Sünni ve Kürt gruplarıyla diplomatik ilişkiler kuran ve iyi ilişkileri olan tek ülkedir. Ayrıca Türkiye’nin Irak politikası diğer ülkeler açısından tehdit oluşturmadığından bölge ülkeleri Türkiye’nin öncülüğünden rahatsız olmayacak ve Türkiye’den bu konuda aktif bir politika beklentisinde olacaklardır. Çünkü Irak’ta yaşanabilecek bir çatışmanın bölgedeki diğer ülkelere sıçrama tehlikesi bulunmaktadır. Batı ülkeleri de aynı şekilde demokratik ve serbest piyasa ekonomisini uygulayan bir Türkiye’nin ABD’den sonra Irak’ta daha çok etkin olmasını bekleyecektir. Çünkü Irak’ta yaşanabilecek bir çatışma başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin de bölgedeki çıkarlarını zedeleyecektir. Tüm bu koşulları düşündüğümüzde, Türkiye’nin Irak’ta uyguladığı çok boyutlu diplomasi nedeniyle gelecekte jeopolitik öneminin artacağını söyleyebiliriz.
Dipnotlar:
1. Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 2001, s.119
2. Davutoğlu, A.g.e, s. 115 – 117.
3. http://www.orsam.org.tr/tr/orsamkonukgoster.aspx?ID=187, 17.08.2010.
4. http://www.orsam.org.tr/tr/etkinlikgoster.aspx?ID=84, 09.12.2009.
5. http://www.taraf.com.tr/amberin-zaman/makale-ahmet-davutoglu.htm, 24.07.2009.
6. Özden Zeynep Oktav, Çok Boyutlu Türk Dış Politikasına Bir Örnek: Türkiye-Irak-Bölgesel Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri, Ortadoğu Etütleri, Ocak 2010, Cilt 1, Sayı 2, s.58 – 64.
7. http://www.aljazeera.net/NR/exeres/F2F4720C-30B8-4C23-A566-E55F283232C6.htm?GoogleStatID=1, 23.08.2010.
8. Kenneth Katzman, Iran’s Influence in Iraq, CRS Report for Congress, 30.11.2005.
9. Congressional Research Service, Iraq: Regional Perspectives and U.S. Policy, October 6, 2009, s.27-28
30 Nisan 2010 Cuma
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri: Iraklı siyasi liderler Irak’ın Lübnanlaşmaması için çaba göstermeli
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’nin Iraklı siyasi liderlere uzlaşma tavsiye ederek tüm siyasi grupların Irak’ın Lübnanlaşmaması için çaba göstermesi gerektiğini söyledi.
İran’ın Mehr haber ajansının bildirdiğine göre Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, Iraklı bazı siyasi liderlerle yaptığı özel bir toplantıda “Dikkat edin Irak, Lübnan gibi siyasi bunalımların ve karmaşaların içine sürüklenmesin. Bazı komşu ülkeler, Irak’ın güçlü bir ülke olmasını istemiyor. Şii gruplar arsında başbakanlık konusunda yaşanan tartışmalar onların karar organlarını kaybetmesine sebep olur” dedi.
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’nin bir süre önce Beyrut’ta görüştüğü Iraklı siyasi liderlere uzlaşma ve beraberlik tavsiyesinde bulunduğunu belirten Iraklı kaynaklar, Nebih Berri’nin Iraklı liderlere “Irak şu an son dere hassas ve tarihi bir dönemden geçmektedir. Tüm siyasi gruplar Irak’ın Lübnanlaşmamasına yani Lübnan’ın yaşadığı siyasi bunalımları yaşamamasına çalışmalıdır” dediğini aktardı.
Irak’ta yayımlanan el-Beyyinetu’l- Cedide gazetesi de Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’nin toplantıya katılan Iraklı siyasi liderlere “Lübnan halkı diğer Arap halklarına göre daha medeni bir halk olmasına rağmen biz Lübnan’da siyasi taifeciliğin karanlık tüneline girdik ve ondan kolayca da çıkamadık. Kaldı ki Iraklılar, Saddam’ın 30 yıllık karanlık döneminde medeniyeti de terk etmişlerdir” dediğini yazdı.
Kendilerine Irak Direnişi adını veren grupların da silahlarını işgalcilere değil Iraklılara doğrultmasından dolayı sadece birer katil olduklarını belirten Berri, Iraklı liderlere birlik ve beraberlilerini korumaları tavsiyesinde bul
31 Mart 2010 Çarşamba
16 Şubat 2010 Salı
14 Ocak 2010 Perşembe
Iraq bans 14 political blocs and its 400 politicians
Iraqi De-Baath commission banned Sunni politicians and their political blocs from participating in Iraq’s national elections due in March.
Ali Al Lami, head of the De-Baath commission, told Arab news televisions that Saleh Al Mutlak is banned from participating in the next elections and said this decision is “final”.
The commission name was changed to justice and accountability commission and its main job is to ensure that high ranking or active Baath party members will not be part of Iraq’s new political regime or military.
The ban included Nihro Mohamed, Saad Al Janabi and Saleh Al Mutlak, a lawmaker and a former Baathi and to include 14 political blocs and its 400 candidates. The commission said that banning the head of a political bloc will extend to his bloc and its members.
Al Mutlak is heading a parliamentary bloc that won more than 11 seats out of 275 in 2005 elections and was part of a committee that wrote the current Iraqi constitution. Al Mutalk is a part of a one of the main political blocs, Iraqiya, headed by Iraq’s former prime minister, Ayad Allawi, who threatened to boycott the elections if the ban was proved.
“This action does not harm me personally but it harms the country and its democracy” said Al Mutlak “They sensed the change is coming and they don’t want to allow it”.
Al Mutlak is a critic of the current government and Kurds.
Qassim Al Aboudi , a commissioner in Iraq’s independent high electoral commission (IHEC) , said “we didn’t receive such an order till now”. He also said that IHEC will announce its position on Saturday.
Some 6470 candidates are competing for 325 seats in the next parliament.
Al Mutlak accused no one in person but said that the Iraqi president and the prime minister didn’t know about the decision and said this decision is politically motivated in order to eliminate competition.
“How they will explain this to the Americans who brought them? Is this democracy? Is this reconciliation” said Al Mutlak.